top of page

Kur’an-ı Kerim; edebiyatın, şiirin, söz söyleme sanatının zirvede olduğu bir topluma indirilmiştir. Arap toplumunda Hz. Muhammed’e inanmayan bazı kişiler, Kur’an’ın onun sözü olduğunu iddia etmişlerdir. Buna karşılık kutsal kitabımız onlara meydan okumuş, Kur’an’ın on suresinin, hatta bir suresinin benzerini getirmelerini istemiştir. Ancak o dönemin söz üstatları, şairler bunu yapmaktan âciz kalmışlardır. Çünkü Kur’an-ı Kerim hem lafzı hem de manası itibarıyla mucizedir. Onun, insanları kendisine hayran bırakan eşsiz güzellikte bir üslubu, anlatımı ve dili vardır.

Ayetleri arasında mükemmel bir insicam bulunmakta, içindeki tekrarlara rağmen insanlar onu okumaktan ve dinlemekten bıkmamakta, aksine zevk almaktadır. Kutsal kitabımızın bu özelliği bir ayette şöyle anlatılmaktadır: “Allah, sözün en güzelini birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların, bu kitabın etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri hem de gönülleri Allah’ın zikrine ısınıp yumuşar…”(Zümer suresi, 23. ayet.)

 

 

 

 

 

 

İnsan, estetik duygusuna sahip bir varlık olduğu için Kur’an insanın bu yönüne de hitap eder. Kutsal kitabımızdaki birçok ayette, insanın çevresindeki güzelliklere bakması, bunlar üzerinde düşünmesi istenir. Örneğin bir ayette, “O, gökten su indirendir. İşte biz her çeşit bitkiyi onunla bitirdik. O bitkiden de kendisine üst üste binmiş taneler bitireceğimiz bir yeşillik, hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar, üzüm bağları, bir kısmı bir kısmına benzeyen, bir kısmı da benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın! Kuşkusuz bütün bunlarda, inanan bir toplum için ibretler vardır.”(En’âm suresi, 99. ayet.) buyrulur. Kur’an, insanın estetik duygusunu önemsediği için onun dikkatini cennetteki güzelliklere çeker.

KUR'AN VE GÜZELLİK

Kur’an-ı Kerim, anlatımlarında da estetik ve etkileyici bir üslup kullanır. Kutsal kitabımızda birçok konu, insanlara misallerle anlatılır. Örneğin bir ayette, “Allah’tan başkasını dost edinenin durumu, kendine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümcek evidir…”(Ankebût suresi, 41. ayet.) denir. Kur’an-ı Kerim’e göre Allah cemal (güzel) sıfatına sahiptir. Rabb’imiz bütün güzelliklerin kaynağıdır, her şeyi özenle ve en güzel şekilde yaratmıştır. Bu durum bir ayette, “…Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.”(2) buyrularak belirtilir. Bütün bunlar, Kur’an’ın güzele ve güzelliğe önem verdiğini, estetiği bir değer kabul ettiğini ortaya koymaktadır.

Kur’an, kendisindeki bu güzellik ve erişilmezliğe vurgu yapan ve mucizeliğini belirten bir ayette, “Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız haydi, onun benzeri bir sure getirin. Eğer iddianızda doğru iseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi (yardımcılarınızı) de çağırın.” buyurarak tüm insanlar bir araya gelseler de Kur’an’a ait güzelliğin bir benzerini, bir ayetini bile ortaya koyamayacaklarını vurgulamıştır.

 

 

 

Kur’an’da her sure, kendi konusu içinde ayrı bir ahenk bütünlüğü oluşturur. Bir yandan ayetlerdeki kafiye ritmi, bir yandan vahiydeki akıcılık dinleyenleri cezbeder. Kur’an’ın manasını bilmeyenler bile bu ahengin güzelliğinden etkilenirler.

 

Allah kelamı Kur’an, güzeli ve güzellikleri anlattığı için onun güzel ses ve makamlarla okunması istenmiştir. Hz. Peygamber, “Kur’an’ı güzel sesle okuyun.” buyurarak güzel olan İlahî kelama, sesimizle güzellik katmamızı tavsiye etmiştir. Kur’an’ın bu ahenk ve güzelliği içinde dinlenmesi farz kılınmıştır.

Kur’ân, kâh olur Allah’ın yarattıklarını bir tertiple zikreder, sonra o mahlûkat içinde bir nizam, düzen, bir mîzan, bir denge olduğunu ve onun semereleri olduğunu göstermekle güyâ bir şeffâfiyet, bir parlaklık veriyor ki, sonra o ayna-misâl tertibinden, cilvesi bulunan Allah’ın isimlerini gösteriyor. Güyâ o anlatılan mahluklar, kelimelerdir; şu esmâ, onun mânâları, yahut o meyvelerin çekirdekleri, yahut hulâsalarıdırlar. Mucizat-ı Kur’aniyenin İkinci Ziya’sında sekiz ayet nakleden Bediüzzaman, dünyanın dünyaya bakan yüzünün çirkinliğini, ahirete bakan yüzünün ise güzelliğini anlatır. “İşte Kur’ân’ın baştan başa kâinata müteveccih olan âyâtı şu esâsa göre gider, hakikat-i dünyayı olduğu gibi açar gösterir, çirkin dünyayı ne kadar çirkin olduğunu göstermekle beşerin yüzünü ondan çevirtir, Sânie bakan g ü z e l d ü n y a n ı n g ü z e l y ü z ü n ü gösterir, beşerin gözünü ona diktirir, hakiki hikmeti ders verir, kâinat kitâbının mânâlarını tâlim eder. Hurufât ve nukuşlarına az bakar; sarhoş felsefe gibi, çirkine âşık olup, mânâyı unutturup, hurufâtın nukuşuyla insanların vaktini mâlâyâniyâtta sarf ettirmiyor.” (sözler) Bediüzzaman güzel kelimesini birkaç defa tekrar ettiği cümleler kurmaktan özel bir haz duyar. Bu kelimeye ruhsal bir yakınlığı vardır. Kur’an her şeye güzel bakar. “Evet, o Furkan’dır ki, şu kâinatın sayfalarında ve zamanların yapraklarında kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekviniyeyi cin ve inse ders verir. Hem, her biri birer harf-i mânidar olan mevcudâta mânâ-i harfî nazarıyla, yani, onlara Sâni hesâbına bakar; "Ne güzel yapılmış, ne kadar güzel bir sûrette Sâniin cemâline delâlet ediyor" der. Ve bununla, kâinatın hakiki güzelliğini gösteriyor.” (Sözler) Kur’an ile ilgili ifadelerini de Kur’an güzelleştirmiştir, "Kur’ân’ın hakaik-i i’câzını ben güzelleştiremedim, güzel gösteremedim. Belki Kur’ân’ın güzel hakikatleri benim tabiratlarımı da güzelleştirdi, ulvîleştirdi. "Madem böyledir; hakaik-i Kur’ân’ın güzelliği namına, Sözler namındaki aynalarının güzelliklerini ve o aynadarlığa terettüp eden inâyât-ı İlâhiyeyi izhar etmek, makbul bir tahdis-i nimettir.” (Mektubat) Edebi eserlerden farklıdır Kur’an. “Kur’ân’ın güzelliği, diğer bütün edebî eserlerin güzelliklerinden kàbil-i temyizdir.” (Mesnevi) Önceki mukaddes kitapların güzelliklerini almış bir kitaptır. “Zira Kur’an, bütün kütüb-ü salifenin güzelliklerini ve eski şeriatlerinin kavaid-i esasiyelerini cem etmiş olduğundan usulde muaddil ve mükemmildir. Yani, tadil ve tekmil edicidir.” (İşaratü’l-İ’caz)

Atalarımız musiki için “Cana şifa, ruha gıdadır” demiştir. Gönülden gelen Allah sevgisini, peygamber hasretini, hem ilahî hem de beşeri aşk duygusunu musiki yoluyla karşılamışlardır, insanda haya ve edep hissini koruyan, ferah ve huzur bahşeden, tefekkür ve aşka daldıran musiki elbette kıymetlidir. İslam dini insan dinidir. Yani insanlık için ihtiyaç duyulan meşru her şeyi hoş görür, teşvik eder. İslamiyet, asla yasaklayıcı, mutluluğu engelleyen bir din olmamıştır. Neyden, Rebaptan, sazdan, udtan, tamburdan, teften, davuldan kurduma kadar çalınan her aletten bir his ve duygu elde edilmiş, aşkın kaynağına doğru gidilmiştir. Ortak zevk ve mutluluk duygusu, Milli Kül-tür’ün pekişmesine fertler arasında birlikteliğe vesile olmuştur. Yeri gelmiş savaş meydanlarında ordular marşlarla şaha kalkmış, yeri gelmiş ilahilerle insanımız vecde gelmiştir.

Bayram günlerinde, dinî ayin ve zikir ortamlarında, çeşitli ibadetler ifa edildiğinde getirilen tekbirler ile Selâtü’s-Selâmlar toplumları vecde ve heyecana getirmektedir.

İslamiyet, inanç esaslarına ve ahlaki ilkelerine ters düşmemek kaydıyla meşru eğlenmeyi, musiki söylemeyi ya da müsabakaları yani yarışları meşru görmüştür. İşte bundan dolayıdır ki, bu beşeri duygu, “estetik his” diye tarif edilmiştir.

bottom of page