top of page

İSLAM MEDENİYETİNDE GÜZELLİK

İslam sanatı deyince, aklımıza estetik ruhu ve anlayışı gelir. İslam sanatı, İslam düşüncesini en kibar ve nazik bir sanat eserinde canlandırılmasıyla vücut bulmuştur. İslam sanatı, çirkinliği değil, insana yaraşan güzeli ortaya koyan ve sosyal ortama sunan bir sanattır. Bu tarzda vuku bulan sanat, ait olduğu din ile aynı noktasında oldukları görülür. Örneğin Budist Medeniyeti, Buda dini ve onun tapınağında nasıl ki Buda heykeli ve ilgili süslemeleri olarak kendisini göstermişse, İslam dini inanç esasları ve estetik ruhu da, İslam Medeniyetinin eserleri olan camilerde, çeşmelerde, medreselerde, kilimlerde vs. kendisini göstermiştir.

Medeniyeteler, milletlerin yükselme devirlerine rastlamaktadır. Bu gibi toplumlarda sanatta seferberlik ilan edilmiş gibidir. Köy ve kırsal kesimlerde kilim, palas ve halı dokumacılığı ve oymacılık yapanlar, şehir gibi merkezlerde hüsnü hat ve beste yapan ilim adamları ya da devlet adamlarını ince ruhlu kibar sanatkârdır. Örneğin; Kanuni Sultan Süleyman kuyumculuk sanatıyla meşgul olmuştur, Kadılar ve şeyhülislam olan Yahya Efendi, Hoca Saadeddin Efendi gibi büyük âlimler şiir ve hat sanatıyla ilgilenmişlerdir. Devletin zayıfladığı ve gerilediği dönemlerde ise israf, şehvet ve yabancı kültür ve medeniyetine ait eserlerin arttığını, sanattaki kabalığın sosyal hayatta da hâkim olduğu görülür.

Sanattaki estetik ve görkemli hali, ait olduğu milletin sosyal hayatında ortak duygu ve düşünce birliği meydana getirmektedir. Yani Milli kültür ruhunu oluşturmaktadır. Örneğin; Bir an kendimizi Londra’da bir kafede olduğumuzu farz edelim ve o ortamda Yunus Emre’nin ilahilerinden birisinin mikrofonda verildiğini duysak nasıl heyecanlanırız ve onur duyarız.

İslam dini, heykel ve resim yapma sanatını olumlu bulmamıştır. Bunun içindir ki Cami ve benzeri yerlerde olduğu gibi pek fazla itibar edilmemiştir. Oysa Hıristiyan dünyasına ait mabetlerde heykel ve benzeri figürlere M.S. 325’de İznik’te tertiplenen konsülde serbest bırakılmış olması sebebiyle yaygınlık kazanmıştır, İslam sanatı ise taş ve ahşap yapılarda olduğu gibi dekoratif sanatlara yönelmiştir.

Bu tür sanatlarımız, insanı hem bu dünyada zevk almasına, hem de uhrevi hayata yönelik düşünmeye yani tefekküre daldırmakta olduğu içindir ki, İslam sanatı beşeri olduğu kadar ilahîdir.

Bir dinin mahiyeti, o dine mensup olan insanlar tarafından ortaya konan sanatla en iyi ifadesini bulur. Nitekim islam’da bilginin kaynaklarını Akıl, Vahiy ve Duygulardan oluştuğu izah edilirken sanatın; hem düşünce, hem ilahî kaynaktan ilham alma, hem de sahip olunan duyguların ortak ürünü şeklinde ortaya çıktığı belirtilmektedir.

İslam’a göre en büyük sanatkâr Allah’tır. Allah, olağanüstü güzelliklerle dolu olan kâinatı yaratmış, bu evreni de “en güzel bir biçimde” yarattığı insanın kullanımına sunmuştur. İnsan, kendisine ve evrene sanatkâr gözüyle bakınca en büyük sanatı görür. Bu güzellikler karşısında gözleri kamaşan insan, onların yaratıcısı olan “mutlak güzel”i arama duygusuna kapılır ki İslam medeniyetinin temelini işte bu duygu oluşturur.

Türkler, Orta Asya’dan Anadolu’ya gelinceye kadar çok çeşitli kültürlerin egemen olduğu bölgelerden geçmişlerdir. İslamiyet’i kabul ettikten sonra ise daha önceki sanat anlayışlarını İslam’ın sanat anlayışıyla birleştirerek kendilerine özgü bir sanat meydana getirmişlerdir. Bu yüzden, kurdukları Karahanlı, Gazneli ve Selçuklu devletleri, dönemlerinin en önemli sanat ve uygarlık merkezleri hâline gelmiştir. Müslüman Türkler, daha önceki birikimleri sonucunda, Osmanlı gibi büyük bir devleti kurarak sanat anlayışının zirvesine ulaşmışlar, sanatın hemen hemen her dalında önemli eserler meydana getirmişlerdir.

Atalarımız musiki için “Cana şifa, ruha gıdadır” demiştir. Gönülden gelen Allah sevgisini, peygamber hasretini, hem ilahî hem de beşeri aşk duygusunu musiki yoluyla karşılamışlardır, insanda haya ve edep hissini koruyan, ferah ve huzur bahşeden, tefekkür ve aşka daldıran musiki elbette kıymetlidir. İslam dini insan dinidir. Yani insanlık için ihtiyaç duyulan meşru her şeyi hoş görür, teşvik eder. İslamiyet, asla yasaklayıcı, mutluluğu engelleyen bir din olmamıştır. Neyden, Rebaptan, sazdan, udtan, tamburdan, teften, davuldan kurduma kadar çalınan her aletten bir his ve duygu elde edilmiş, aşkın kaynağına doğru gidilmiştir. Ortak zevk ve mutluluk duygusu, Milli Kül-tür’ün pekişmesine fertler arasında birlikteliğe vesile olmuştur. Yeri gelmiş savaş meydanlarında ordular marşlarla şaha kalkmış, yeri gelmiş ilahilerle insanımız vecde gelmiştir.

Bayram günlerinde, dinî ayin ve zikir ortamlarında, çeşitli ibadetler ifa edildiğinde getirilen tekbirler ile Selâtü’s-Selâmlar toplumları vecde ve heyecana getirmektedir.

İslamiyet, inanç esaslarına ve ahlaki ilkelerine ters düşmemek kaydıyla meşru eğlenmeyi, musiki söylemeyi ya da müsabakaları yani yarışları meşru görmüştür. İşte bundan dolayıdır ki, bu beşeri duygu, “estetik his” diye tarif edilmiştir.

bottom of page